Kayıtlar

AHMET TELLİ

Resim
KÜTÜPHANE-4 A HMET TELLİ On beş yıllık evliliğim biteli bir yıl olmuştu.  Çocukların özel okul ücretlerini ikinci yıl için ödememe olanak yoktu. Ben de bir gece, haritayı açtım, araştırdım. Yerleşecek  bir kasaba bulmalıydım. Duydum ki özel okulu olmayan kasabalara, memurlar tayin dolayısı ile giderse, çocukları Anadolu Lisesinde okuyabilir miş.  Erdek, Ayvalık,Mudanya üç yer seçtim. Oğlumun doktoru için İstanbul'a yakın olmalı,annem için Kocaeli'ne yakın olmalı,yalnız bir kadının yaşaması için rahat ve ileri görüşlü insanlardan oluşmalı, deniz kenarı, çok soğuk olmayan diye uzayıp giden liste pek de mütevazı değildi ama çok şey istersen, çok şey verilir, dediler.  hepsi de oldu. Mudanya yerleşmek için çok doğru bir yerdi. Tayinimi yaptırdım. Fakat gidip ev kiralamalıydım. İzmit’ten otobüse binerken büfeden bir kitap aldım. Kalbim Unut Bu Şiiri- Ahmet Telli. okuduğum her satırda kendi duygularımı buluyordum. Kalbim pır pır , şiirlerin umut dolu yolculuğuyla g

KEVSER RUHİ.

Resim
KÜTÜPHANE-3 Kütüphanenin yapılışında, önce siyasi sebepler aradılar, hatta kendime büro yaptığım söylentileri dolaşmaya başladı. Tabii insanlar dolandırıcılığı, yalancılığı o kadar benimsediler ki, dürüstlük, doğruluk, fedakarlık, vatanseverlik nedir unuttular. Eğer yirmi beş yıllığına devlete bağışlarsak kütüphaneyi, bakanlık bize bir memur gönderebilirmiş. Çünkü ben ne kadar süre her gün açabilirim bilmiyordum. Zaten her gün açmadım, haftanın dört günü, öğleden sonraları, şalvarımı giydim, köpeğim Nisan'ı da yanıma alıp gidip açtım.  Fareli köyün kavalcısı gibi arkamdan gelen çocuklarla, kahvenin önünden yürürken pek mutlu olurdum. Anneleri tarlaya gidince evdeki küçüklere bakmak zorunda olduklarından, çocukların çoğu kardeşlerini de getiriyordu.  Kızımın çalıştığı şirketteki arkadaşları,  onlar için de bol bol boya kalemi ve  renkli kitaplar gönderdiler. Neyse misafirlere dönelim. Ankara ekibinde arkadaşım Kevser de açılışa geldi.  UMAG Sokak Yazarları ekibin

HASAN UYSAL

Resim
KÜTÜPHANE- 1   2005 yılında Ayvalı köyüne yerleştikten sonra ilk işim bir kütüphane açmak oldu.Yıllarca biriktirdiğim kitaplar epeyce olmuştu. O günkü muhtar, bana imamın oturduğu  iki odalı lojmanı verdi.(Üzülmeyin, sonradan imamımıza bahçeli villa yapıldı!). Çalıştığım otelin sahibi Serpil Hanım, depolardaki boyaları kullanabileceğimi söyledi. Günlerce uğraştım. Kahvede oturan erkekleri rica minnet kaldırarak yardıma çağırdım. Sağ olsunlar iki yaşlı amca, zaman zaman ucundan tuttular. Gençler, bel bel bakıp “karı kendine çalışma odası yapıyor” diye fısıldaşdılar. Ciddi bir tanıtım yapmak, köylüyü heveslendirmek için açılış programı düzenledim. Ankara'daki arkadaşlarıma duyurdum ve davet ettim. Kadınlar, kendi kimliğini unutmuş kadınlar, hiç tanımadığım kadınlar, yüreği iyilik, umut doğuran kadınlar, açılış hazırlıklarında yolumu kesip “Ayşa’nım ben şunun karısıyım dolma yapacağım, bunun geliniyim börek yapacağım, kütüphanenin merdivenini süpüren Musa'nın anne
Resim
Elif’in, Kader'i  “Müdür Anne, ben ne zaman özgür olacağım?” “On sekiz yaşına geldiğinde, bok böceği!”    “Peki, kaç akşam var?” Müdür Anne‟nin sinirle, sıkıntı ve anlaşılabilir bir isteksizlikle vereceği cevabın benim için önemi büyüktü.  “On parmağını üç yüz altmış beşle çarp!..Tövbe, tövbe!.. Git başımdan çocuk; oynattığın o parmaklarını kırarım senin!..” Nereden bilirler böyle şeyleri; özgürlük mözgürlük! Siniri tanıdıktı, masasındaki rulo edilmiş kağıtlar elini çekince kendiliğinden hırsla kapandı. Ama neden kızdığını anlamadım. Hem neden her seferinde “bok böceği” diyor ki? Üstelik herkesin yanında… İçim bulanıyor. Aynı gece yatağımda parmaklarıma bakıp önce üç yüzleri, sonra altmışları, sonra da beşleri topladım; ama bir önceki sayıyı aklımda tutamadığımdan özgürlüğümün kaç gün ötede olduğunu hesaplayamadım. Bir süre sonra sidik kokan yatakta bana uzun gelen pijama altımı, kısa gelip belimi üşüten pijama üstümü çekiştirirken ayaklarım terli, sırtım buz gibi

Hayatımın en güzel 1 Nisan şakası öldü.

Resim
Hayatımın şakası bitti…Öykü Evi’nin kıymetlisi gitti. Köpeğim Nisan öldü. beş gün geçti ,yazamadım tek kelime. Şu zemheri ayında yandı yüreğim. Nisan ile nasıl tanıştığımı, nasıl birlikte yaşadığımız ı, kimsesiz çocuklar ve kimsesiz köpekler başlıklı yazımda anlatmıştım. Bu son günleri anlatmak istiyorum. Üşütmüş ve ciğerleri su toplamış. Montenegro’dan döndüğümde ölmek üzereydi. Koynumda ısıttım, veterinerimizin talimatlarıyla az ve sık sık yedirdim. Biraz canlandı ama çok halsiz ve keyifsiz. Son üç gün sıvı mamayı şırınga ile ağzına verdim ama su bile içemez oldu. Bir gece sabaha kadar karşımdaki kanepeden bana bakti. “haydi uyu kızım, haydi temelli uyu” dedim. Uyumadı.Veteriner “bu köpekler sahibini üzmek istemez kaybolur ve bir köşede kendi kendine ölür “dedi. Son gece onu otelde bıraktım . O gece 21 Aralık, Şeb-i Yelda . En uzun gece köpeğimin gözlerine baka baka uzadı da uzadı. Sabah olmak bilmedi. Beni herkesten günüleyen gözler,i teşekkür eder gibi bakıyord

Kimsesiz çocuklar ve kimsesiz köpekler

Resim
  Kimsesiz köpeklerle kimsesiz çocuklar çok benzeşirler. Yıl 1989 Hasan ’la, işe giderken yolumun üzerindeki çocuk yurdunda tanıştık. Eteklerime sarılıverdi. Kara gözleriyle gözümün taa içine bakarak “Bizi almaya mı geldin?” dedi. Öyle bir düşüncem yoktu, sadece geçerken merak ettim girip gezmek, fikir edinmek istemiştim. “Eveeet” deyiverdim. “Senin adın ne?” dedi “Ayşe” dedim. Arkadaşlarına döndü “Aliii, Hanifeee,  Ayşe Anne bizi alacakmış, gel lan gel…” Ne diyeceğimi ne yapacağımı şaşırdım. Gidip Müdüre Hanım’la tanıştım. Bayramda bazı ailelerin, çocukları evlerinde misafir ettiklerini, istersem benim de alabileceğimi söyledi. Odadan çıktığımda Hasan(12 yaşında) ekibini kurmuştu. Ali (10 yş), Hanife (9 yş), Resul ( 5 yş) ile bekliyordu. Suspus olmuş sanki tıp oynuyorlar, ağzımdan çıkacak kelimeyi bekliyorlardı. “Tamam çocuklar öğleden sonra iş çıkışı gelip alacağım sizi.” “ Haydeee haydeee gidip torbamızı alalım!” diyerek sevinçle dağıldılar. Arefe günü yetiştirmem